Kağıt, parşömen, fildişi
vs. gibi çeşitli malzeme üzerine küçük resim yapma sanatı. Yaygın mana itibariyle,
matbaanın kullanılmaya başlamasından önce, el yazması kitapları süslemek için
yapılan resim demektir. Latince miniare kelimesinden gelen minyatür, bu lisanda
kırmızı ile kitabın başlıklarını yazmak manasını ifade eder. Geçen zaman içinde kitabı süsleyen resimlere
minyatür denilmeye başlanmıştır. Türkçede minyatür kelimesinin tam karşılığı
olmamakla beraber, Osmanlı sanatında hürde-nakş birleşik
kelimesi kullanılmıştır
Minyatürle süslenmiş kitaplara
ilk olarak eski çağda Mısır’da rastlanır. Yine aynı çağlarda Yunan ve Roma’daki
yazma kitaplarda da minyatürler nadir olmakla beraber bulunur.
Daha sonraki devirlerde,
Hıristiyanlığın dini kitaplarının minyatürlerle süslenmesi geleneği başladı. Bu
devirde minyatürlerin kitaba çizilmesindeki maksat, kitaptaki konuları göz önünde canlandırmak değil, sadece
kitabı süslemekti.Motifler, hayvanlardan alınan unsurlarla meydana geldiği gibi
karmaşık geometrik süslemeler de olabilir.
On yedinci asırda Avrupa
minyatüründe, bir ekol haline gelen Romen minyatürünün esas
özelliği de, ayla ilgili resimlerin çizilmesidir. Bu devrin diğer bir özelliği
de dini konular dışındaki eserlerde minyatürlere yer verilmesidir.
Gotik döneminin minyatür
süslemesiyse, çok süslü ilk harflerin kullanılması, ahenkli ve zarif figürlerin
yapılmasıyla karakterize edilebilir. On yedinci asırla birlikte Avrupa’da
matbaanın yaygınlaşmasıyla minyatür ehemmiyetini kaybetmiş ve yok olmuştur.
Doğuda minyatür, umumiyetle kağıt
üzerine resmedildiği için, kağıt hazırlanması birinci plana alınmıştır.
Minyatürün çizilmesi genel hatlarıyla şu şekilde cereyan ederdi: Düzlenmiş ve
mührelenmiş kağıdın üzerine, nakkaş denilen resmi çizen sanatkar, resmin ana
çizgilerini ıslak fırça ile belirler, sonra kırmızı veya siyah boya ile
figürlerin çevresi çizilirdi. Bundan sonra iyice ezilmiş, koyu haldeki boyalar,
küçük ve sert fırçalarla resme tatbik edilirdi. Hindistan’da resimleri kabartma
göstermek için boyaya fazlaca zamk ilave olunurdu. Minyatür sanatçıları o kadar
mahirdiler ki, bir tek samur kılı ile birbirinin aynı kalınlıktaki çizgileri
rahatlıkla çizebilirlerdi.
Osmanlı Devleti zamanında yazılan
kitaplarda minyatürler, Fatih devrinden itibaren görülmeye başlar. Erken
devirdeki Osmanlı sanatkarlarına, İranlı minyatürcülerin eserleri örnek teşkil etmiştir. Ancak zamanla Osmanlı
Türklerine has bir tarz geliştirilmiştir. Bir süre batı
tarzında daha realistminyatürler
çizilmişse de, sonradan yine doğu ekolüne dönülmüştür.
Osmanlılar daha ziyade hüsn-i hat (güzel yazı), tezhib ve
tezyinata önem verdiklerinden, minyatür sanatçıları on altıncı asır civarında
görülmeye başlar. Bu asra kadar pek az minyatürcü vardır. On altıncı asırda
Sinan Paşanın Yemen Seferini anlatan tarih kitabı ile Özdemiroğlu Osman Paşanın
seferlerini anlatan Şecaatname, tezhibi ve minyatürleri bakımından ince bir
işçilik eseridir.
Osmanlı minyatüründe İran
tarzının etkili olması, doğudan gelen sanatçıların tesiriyledir. Kanuni Sultan
Süleyman Han zamanında sarayın Nakkaşbaşısı olan Şahkulu, Tebrizlidir. Daha
önce Nakkaşbaşı olan Velican da aynı şehirden gelip İstanbul’a yerleşmiştir.
Topkapı Sarayında, İranlı nakkaşların yanında Türk nakkaşlarının da bulunduğu
bilinmektedir. Hatta bu nakkaşların iki ayrı atölyede çalışarak Nakkaş-ı İrani,
Nakkaş-ı Rumi (Anadolu) olarak tasnif edildikleri bilinmektedir. Osmanlı nakkaş
ve müzehhiblerinin aynı zamanda usta birer minyatürcü oldukları
söylenmekteyse de yalnızca bir kaçının resim çizmekle meşgul oldukları,
minyatürlerde bulunan imzalarından anlaşılmaktadır. On yedinci asırda yaşayan
meşhur minyatürcü Levni’ye gelinceye kadar, birçok sanatçıya rastlanmaktaysa
da, bu sanatçı Osmanlı minyatürünün zirvesini teşkil
etmiştir. Sultan Üçüncü Ahmed’in Nakkaşbaşısı olan Levni, Türk sanatında ayrı
bir ekol olarak kabul edilir. O zamana kadar ulaşılamayan çizgi, şekil ve
renklendirme ahengi görülen Levni’nin eserlerinde renkler öncekilere göre daha
soluk olmakla beraber, figürler daha zarif ve edalıdır. Zamanımızdaki resim
anlayışına daha yakın çizen Levni, bu itibarla ayrı bir ekoldür.
Levni’den sonra, doğu tarzından
uzaklaşan Osmanlı minyatür
sanatı realizme
meyleder. Tabiat unsurlarını stilize eden nakkaşlar azalmaya başlar, manzara ve
çiçek resimlerine merak artar. Barok devrinde gittikçe bu
temayül artar ve empresyonizme iyice yaklaşılır. On dokuzuncu asırdan sonra
Avrupa resimlerine meyl artmış ve binaların tavan, dolap ve duvarları manzara
resimleri ile süslenmeye başlanmıştır. Sultan İkinci Mahmud Han devrinden sonra
ise kitaplara minyatür çizme an’anesi tamamen kalkmış ve bunun yerine duvara
asmağa mahsus tablolar yapılmaya başlanmıştır. On
sekizinci yüzyılın yarısından sonra Batı kültürüne karşı ilginin artması resim
alanında da kendini gösterdi; bu sebeple minyatür sanatı da gitgide geriledi.
On dokuzuncu yüzyılda önemini iyice yitirerek yerini Batı resim sanatına
bıraktı.